Manchester’da yaşıyor olmam ve Madrid sevdamı saymazsanız, denize kıyısı olmayan şehirlere karşı hep bir ön yargım olduğundan Sevilla gezisi yapmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Ta ki 2018 yılında hemen yan daire de yaşayan Laura ve Rafael ile tanışana kadar. Bu inanılmaz sevimli çift ne yapıp ettiler, Sevilla gezisini kafama soktular.
“Sevilla tiene un color especial / Sevilla sigue teniendo su duende,
Bir Sevilla Şarkısı
Me sigue oliendo a azahar / Me gusta estar con su gente”
Şehri biraz araştırınca bugüne kadar gitmemiş olmama içerledim. Uzun yıllar Arap işgalinde kalmasıyla Arap mimarisini içinde bol bol barındıran Sevilla, denize kıyısı olmamasına rağmen, dönemin en kuvvetli imparatorluğu olan İspanya imparatorluğunun en önemli limanlarından birisiymiş. Amerika kıtasından değerli eşyalar getiren gemilerin istikameti Sevilla olagelmiş. General Archive of the Indies’i ziyaret ederseniz bu konuda pek çok ilginç bilgiye ulaşabilirsiniz. Ayrıca Magellan yolculuğuna yine bu limandan başlamış.
Komşular
Ev tutma yazımda biraz değindiğim gibi, tuttuğumuz evde beyaz eşyalar ve koltuk dışında, İngilizler “part furnished” derler, bir eşya yoktu. Elektrik süpürgesi siparişini çevrim içi yaptık. Sipariş günü evde olmadığımızdan süpürgeyi Rafael’e bırakmışlar. Ben kapısını çalınca Türkiye’den, İspanya’dan, Akdeniz’den konuşmaya başlayıp, bir gece dışarı çıkıp muhabbet etmek için sözleştik. İlk dışarı çıktığımızda gittiğimiz bölgenin meşhur barlarından Wine’n Wallop buluşma noktamıza dönüştü ve her dışarı çıktığımızda konuşmadan direk aynı barın yolunu tutar olduk.
Ne yazık ki Laura Malaga’da ki şubeye transfer olunca Rafael’de haliyle peşi sıra gitti. Bir yıl sonra ise, Andalusya’dan eve dönerken Sevilla’ya uğrayacağımızı söylediğimde Rafael atlayıp Malaga’dan Sevilla’ya geldi bize şehri gezdirebilmek, öve öve bitiremediği barları, restoranları bize gösterebilmek için.
Cruz Campo
I know you dont like Cruz Campo mate but this is Sevilla. You are allowed to order wine, water, whiskey or any other drink but in the end what you are going to have will be Cruz Campo.
Rafael
Sevilla gezisi sırasında uğradığımız barlardan bahsetmeden önce neden bir bira markası için ayrıca başlık açtığımı merak edebilirsiniz. Çünkü Cruz Campo üstüne başlık açılmayı hak edecek kadar kötü bir bira. Sevillalıların bağnazlıkla bağlı oldukları ve şehrin bir parçası olduğunu düşündükleri bu bira markası o kadar kötü ki, Cruz Campo mu Budweiser mı diye sorsanız bir durup düşünürüm. İşin kabus gibi olan kısmı ise yukarıda Rafael’in de demek istediği gibi, bu biradan kaçışınız neredeyse mümkün değil. En güzel barlar ya Cruz Campo harici bira satmıyor, ya diğer biralara yok çekiyor, ya da diğerlerini fahiş fiyattan veriyor.
Cruz Campo öyle bir bira ki sarhoş adamı ayıltır, ayık adamı hayata küstürür. O yüzden eğer mümkünse gününüze şarap ile devam etmenizi, illa bira içmek istiyorsanız Alhambra, Mahou hatta Estrella Galicia sormanızı, eğer onlar da yoksa en kötü ihtimal Cruz Campo Special Edition istemenizi öneririm.
İlk Gün: Sevilla’nın Barları
Los Albaricoques’ten Sevilla’ya saat altı sularında vardık. Şans eseri otelin dibinde park yeri bulup eşyaları otele fırlatıp atarak bizi beklemekte olan Rafa ile buluştuk. İlk durağımız Sevilla’nın portakal şarabını denemek için Taberna Álvaro Peregil olacaktı.
Sevilla’nın en ünlü içeceklerinden biri, İspanyolların “vino de naranja” dediği portakal şarabıdır. Sevilla’da bu şarabı yapan yerler arasında ise fotoğrafta göreceğiniz, bir caddenin küçücük bir bölümünü işgal eden, sokağa serilmiş tabureleri olan Taberna Álvaro Peregil en öne çıkmıştır. Bu salaş mı salaş, mini bar her daim doludur. Servis edildiği mini bardaklara güvenip haldır haldır içmeyin. Şarap kuvvetli ki üçüncü bardak sonrası dünyaya bakışım değişti.
Sonra ki durağımız ise Casa Morales oldu. Cruz Campo’ya mümkün olduğunca direnmeyi kafama koyduğumdan geceye oloroso ve amontillado gibi sherry şarapları ile devam ediyordum. Bu güzel restoran inanılmaz tapalara ve şaraplara sahip.
Karnımızı bol bol tapalar ile doyurunca La Taberna del Coto barına geçtik. Bar doluluktan dışarı taşmış durumdaydı. Pek çok bar gibi Cruz Campo harici bira sormanız durumunda yok çekiyorlar. Bir şişe bira sadece 1 Euro. Gece on ikiyi vurduğunda, bar dışarıdakileri içeriye alarak kapılarını kapattı. Tanesine 1 euro ödediğimiz biraların asıl bedelini şimdi ödemeye başlayacağımızı düşünürken Rafa, yasalar gereği diyerek içimizi rahatlattı. Kapılar kapanınca sigaralar yanmaya başladı, bizde Andalusyalılara eşlik ettik.
Sabah erken kalkacağımızdan artık gecenin sonlarına yaklaştığımızı düşünmeye başlamıştım. Yanılmışım. Başka bir barda bulunan Rafa’nın arkadaş grubuyla buluşmak için bardan çıktığımızda saat sabahın ikisiydi.
Muelle New York barına kalabalık bir grupla daldığımızda sabahın üçüydü. Cinlerimizi tokuşturarak nehrin hemen kıyısında yer alan barda sabaha kadar muhabbet ettik. Rafa’nın arkadaşları öyle sıcak kanlıydı ki, hiç yabancılık çekmedik. Hele bir tanesi otele kadar bizimle yarım saat yürüdü. Otele vardığımızda saat sabahın beş buçuğuydu.
Son Gün: Royal Alcazar of Sevilla
Sevilla gezisi bizim için bir gece ile sınırlı olduğundan araya sadece Alcazar Sarayı’nı ve Plaza de Espana’yı sıkıştırdık. Üç saatlik uykunun ardından yataktan kaykılmış suratlarla fırlayarak biletlerini internetten almış olduğumuz Alcazar Sarayı’nın yolunu tuttuk. Size de biletlerinizi kesinlikle çevrim içi almanızı öneririm aksi durumda sarayın önünde uzun kuyruklarla karşılaşabilirsiniz. Yol üzerinde bir pastahanemsiden bir şeyler alıp ağzımıza sokuşturduk ama ne olduğunu hatırlamıyorum.
Sevilla gezisi planlıyorsanız zaten Alcazar Sarayı’nın ilk görmeniz gereken yer olduğunu biliyorsunuzdur. Saray, Arap ve gotik mimarilerini yansıtmakla beraber gördüğüm en olağanüstü el işçiliğine sahip yapılardan. Elimize geçirdiğimiz bir harita ile her yanını dolaştık üç saat boyunca. Benim ilgimi en çok kapılar, bahçeler ve hol çekti. Saray eminim ki herkesi bir yerlerden yakalayacak noktaları içinde barındırıyor.
Her alanına ayrı ayrı özen gösterildiği belli olan Alcazar Sarayı öyle fotojenik ki, Lawrance of Arabia filminin kimi sahneleri ve Game of Thrones dizisinin Dorne sahneleri burada çekilmiş. Ziyaretimiz eylül ayının sonuna denk gelmiş olmasına rağmen hem sıcaktan, hem uykusuz uykusuz dolaşmaktan yorgun düştük ve sarayın ağaçların altında bulunan kafeteryasında soluklandık.
Plaza de Espana
Alcazar Sarayı’nı tamamlamak üzereyken Rafa mesaj atmaya başladı. Ertesi gün çalışıyor olacağından Malaga’ya dönecekti ama dönmeden bize bir kaç restoran daha göstermek istedi. Eslava restoranına gidelim dedik ancak restoran öyle doluydu ki, bir masaya oturmamız saatler sürecekti. O yüzden bir diğer sevdiği restoran olan Casa Ricardo’ya gittik. Casa Ricardo, hem ucuz hem lezzetli, lokallerin bildiği bir restoran. Cruz Campo satıyor tabi ki.
Rafael ile vedalaştıktan sonra Sevilla gezimizin son noktası olacak olan Plaza de Espana’ya doğru yürümeye başladık. Sevilla gezisi Plaza de Espana görülmeden tamamlanmış sayılmaz. Yarım daire şeklinde inşa edilen bu yapıya, eski olmamasına rağmen, hatta bir ekspozisyon için inşa edilmiş olmasına rağmen bakmaya doyamadım.
Gayet geniş ve bakımlı bir meydanı çevreleyen ihtişamlı yapının önüne fayans kaplı oturaklar yerleştirilmiş ve hepsi İspanya’nın vilayetlerine atfen isimlendirilmiş. Bizde memleketimiz olan Caceres’e oturup fotoğraf çektik.
Çevreyi dolaşıp, sıralı kemerlere doğru yürümeye başladığımızda bir gitar sesi gelmeye başladı kulaklarımıza. Sesi takip ettiğimizde kemer altında kalabalık tarafından çevrelenmiş bir flamenko dansçısına ulaştık. Sanırım on beş dakika boyunca kıpırdamadan müziği dinledik, dansçıyı izledik.
Ciao Sevilla
Daha önceleri yazdığım gibi ben gezgin değilim. Ziyaret ettiğim şehirlerin meşhur yapıları yerine insanların yaşam tarzlarını incelemeyi, yerli halkı dikizlemeyi, sokaklarında yürümeyi, yemeklerini yiyerek şaraplarını içmeyi tercih ederim. Kısaca benim cevabını aradığım soru ben burada yaşar mıyım olagelmiştir. Bu yüzden Rafael’in sevdiği restoranların isimlerini yazdım ki belki lokallerin gittiği restoranları ziyaret ederek yerli halkı gözlemlemek istersiniz.
Şehir içi ulaşım için, Sevilla büyük bir şehir olmasına rağmen, arabamızı hiç kullanmadık, her yere yürüdük. Otelinizin yerini göreceğiniz yerlere yakın seçerseniz arabaya ihtiyacınızın olacağını sanmıyorum. Biz Sevilla Katedrali’ni, La Giralda’yı, Torre del Oro’yu dışarıdan seyretmek ile yetindik. Santa Cruz bölgesi başta olmak üzere, dar sokaklarında ve Guadalquivir nehri kıyısında bol bol yürüdük, Rafael sağ olsun lokallerin gittiği restoranlara, barlara dalarak yiyeceklerini, şaraplarını tattık. Bu sitede görülecek yerler güzelce anlatılmış.
Sevilla gezisine bir gün ayırmanın büyük bir hata olması dışında İspanya’ya yaptığımız eylül seferinin en güzel ayrıntılarından birisi oldu Sevilla. Aslına bakarsanız Sevilla ziyaretimizin amacı şehri gezmek değil, arkadaşımızı görmekti. Yine de Sevilla, Avrupa’da gördüğüm en güzel şehirler listesine mimarisi, yemekleri, evlerinde duramayan manyak insanları ile bir bütün olarak en tepeden girdi. Şehir görülmeyi, insanları tanışılmayı hak ediyor. Sevilla gezilip görülmeyi değil, bir ömür yaşanmayı hak eden bir şehir. Cruz Campo için ise konuşmak istemiyorum.
Laura ve Rafael ayrıldılar. Wine and Wallop’ta geçirdiğimiz zamanlar ise, ne yazık ki, bir daha tekrarlanmayacak güzel anılar olarak hafızalarımıza yerleşti.