Gördüğüm, okuduğum kadarıyla her ne kadar İngiltere yeryüzünde yaşamak için en güzel ülkelerden birisi olsa da, İngilizleri dahi bunaltan ve insana kapalı, ıslak bir kutuda yaşıyor hissi veren havası insanın güneye kaçma güdüsünü uyandırıyor. Bizde fırsat buldukça, ikinci ülkem olarak gördüğüm, İspanya´ya tren yolculuğu yapıyoruz. Tren ile gidiyoruz çünkü araba ve ya otobüs ile gitmekten daha hızlı, zaten tavsiye edebileceğim başka ulaşım şekli de yok.
Eğer güneyde yer alan Ashford istasyonuna yakın değilseniz kendinizi Londra´ya, St Pancras istasyonuna, atmak zorundasınız. Bildiğim kadarıyla Eurostar´in İngiltere´de iki tane durağı var. Bize Londra daha yakın olduğundan ilk olarak Virgin´den bilet alıp Londra´ya gidiyoruz. Birleşik Krallık trenler konusunda da kuzey ve orta Avrupa ülkelerinin gerisinde. Tuvaletleri konuşan Virgin trenlerini genellemenin dışında tutarsak trenler eski. Ancak olur da rötar yapmadan, iptal olmadan yolculuk yapabilirseniz krallık içinde her yere tren ile ulaşabilirsiniz.
“Hello it´s me, the toilet… I just wanted to ask if you mind not flushing wet wipes, sanitary towels or nappies, the usual stuff is totally cool. I mean, I knew what I was getting myself into when I applied to be a toilet. Yeah, it is a great job. You know, I used to be a public toilet, let me tell you this is a step up… Aah, anyway, you… carry on…”
Virgin´s Talking Toilet
Londra 06:18 – Paris 09:47
Bizim için en uygun olan güzergah Londra-Hendaye biletini tek seferde alıp, Hendaye-Salamanca ulaşımı için Renfe´den bilet almak. Londra´dan Hendaye´ye kadar olan yolculuğun biletini tek seferde alabiliyorsunuz söylediğim gibi. Ve yine sürekli söylediğim gibi bilet fiyatları bileti aldığınız zamana göre değişkenlik gösteriyor. Biz son seferimizde kişi başı €187 ödedik Londra´dan Hendaye´ye. Eurostar hakkında ki düşüncelerimi daha önce yazmıştım. Rahatsız koltukları ve yirmi dakika kadar Manş Denizi´nin altından gitmesi gibi hüzünlü ayrıntıları bir kenara bırakacak olursak sizi 2-2.5 saatte Paris´e ulaştırıyor. Ancak tüneli geçip anakaraya vardığınızda bir oh çekiyorsunuz.
Paris 11:48 – Hendaye 16:35
Tüm yolculuğun en kötü yanı Paris´te istasyon değiştirmek zorunda olmak. 1.90 Euro karşılığında Gare du Nord´dan Gare Montparnese´ye dünyanın en eski yeraltı raylı sistemlerinden olan Paris metrosuyla 15-20 dakikalık bir yolculuk yapmak zorundasınız. M4 (Mairie de Montrouge) istikametini takip ederseniz kaybolmazsınız. Toplam 14 duraklık metro yolculuğu sırasında çaktırmadan Fransız kardeşlerimizi dikizleyebilir, durak istasyonlarının anonsunu yapan ses kaydını dinleyip telaffuzlarına gülerek vakit geçirebilirsiniz.
Rahmetli Server Tanilli´nin Fransız Devrimi´ne değindiği Dünyayı Değiştiren On Yıl kitabından etkilenmemden olsa gerek, Fransızlara her zaman saygı ve minnet beşlemişimdir. Ancak yine de kendimi onlara hiç bir zaman yakın hissedemedim. Ülkelerini ise, Cote D´Azur gezisinde bir gece konaklamam dışında, transit geçiş için kullandım. Yalnızca bana mı böyleleri denk geldi bilmiyorum ama bu arkadaşlar İngilizce konuşmamak için takla atıyorlar. Pek çok Fransıza İngilizce sorular sorduğumda sorduğum soruyu bir güzel anlayıp Fransızca cevapladılar. Bu davranışın kurumsal seviyede olması ise oldukça ilginç. Son İspanya yolculuğumuzda kullandığımız Fransız bir tren rötar yapmıştı. Bu durumdan istifade edip ücretin belli bir miktarını geri istedik ve firmaya kibarca bir paragraflık bir yazı gönderdik. Fransız firma ise İngilizce yazdığımız yazıya üzgün olduklarını ve ödeme yapacaklarını belirten, 6 paragraflık Fransızca bir cevap gönderdi.
İspanya´ya yaptığımız son tren seferinde koltuklarımızda dünya kadar eşyasıyla bir Fransız kadın oturuyordu. Trenlerde kimi ikili koltuklar trenin kıç istikametine bakacak şekilde yerleştirilmiş ve ortaya bir masa eklenmiş. Yani karşınızdaki ikili koltuklarla yüz yüze oturuyorsunuz, ortanızda da masa var. Bahsettiğim Fransız kadıncağız karşısında oturan yaşlı bir amcayla muhabbet ediyordu başına dikildiğimizde. Tüm İngiliz kibarlığımızla oturduğu koltukların bizim olduğunu söyledik. Hanımefendi gülümseyerek Fransızca cevap verdi. Biletleri çıkarıp koltuk numaralarını göstererek koltukların bizim olduğunu yineledik. Hanımefendi ise daha fazla gülerek blu blu blu (Fransızca) dedi. Artık sinirlenmeye başlayan eşim koltuktan kalkmasını istemek zorunda kaldı. Ancak Fransız blu blu blu diyerek gülmeye başladı, karşısında oturan yaşlı adamla ve çevre yolcularla birlikte. Bu son blu blular ve gülüşler bardağı taşıran son damla oldu ve eşimin “ Than f*ck you too how do you like that!” diye bağırmasına yol açtı. Bu kelimeyle nasıl bir geçmişleri var bilmiyorum ama “f*ck” kelimesini duyduktan sonra bir daha kimse gülmedi, Fransız bir anda İngilizce konuşmaya başladı ve başka bir koltuğa geçti. Diğer yolculara baktığımdaysa herkesin pencereden dışarıya baktığını gözlemledim.
Kendi koltuğuna yerleşen Fransız kadıncağızın olaya sonradan dahil olan ve boyu on metreyi bulan erkek arkadaşı St Sebastian´a varıncaya kadar beni kötü kötü dikizledi. Öyle sanıyorum ki teki on kaplan gücünde olan kollarımdan ötürü hamle yapmaya yeltenmedi, adamı resmen Allah korudu.
Hendaye 18:35 – Salamanca 00:57
Avrupa’da her ne kadar sınır olmasa da, ülkeler arası yolculuklarda firma değiştirirseniz sorunla karşılaşma olasılığınız var. Hendaye´den Lizbon´a hareket eden tren biletini, tren Hendaye´den kalkıyor olmasına rağmen, Hendaye İstasyonu´ndan alamazsınız ve Irun´a gitmek zorunda kalabilirsiniz. Tren ile ilk İspanya seferimizde bu durumu bilmediğimizden Irun´a gitmek zorunda kalmıştık. Sizlerde eğer bu duruma düşerseniz Hendaye İstasyonu´nun hemen dibinde yer alan Euskotren ile kişi başı €1.75 ödeyerek, 2 duraklık, 4-5 dakika süren kısa bir yolculukla Irun´a gidebilirsiniz. Kabaca bir tramvayı andıran Euskotren bildiğim kadarıyla her yarım saatte bir hareket ediyor. Irun Euskotren durağından Irun tren istasyonu yaklaşık on dakikalık bir yürüme mesafesinde. Siz yine de bu hataya düşmeyin ve biletinizi çevrimiçi alın.
Hendayeýe geldiğimizde ise kendimizi muhteşem İspanyol trenlerine emanet edeceğimizi bildiğimizden derin bir nefes alıp rahatlıyoruz. Her ne kadar Kuzey İspanya muazzam bir havaya sahip olmasa da, artık soğuğun bizi korkutamayacağını, bulutları geride bıraktığımızı biliyoruz. Hendaye, Fransa’nın en güney batı noktası konumunda. Konumundan dolayı Hendaye halkı bol bol savaş ve göç görmüş. İstasyon etrafında market yok. Google maps ten bulduğumuz bir Carrefour expresse kadar 30 derece güneşin altında yürüdüm sırf bira almak için. Aklınızda bulunsun Hendaye Carrefor yalnızca sıcak bira satıyor eğer bir değişiklik yapmadılarsa. Boşuna yürümeyin.
Hendaye´den bizi Salamanca´ya götürecek olan tren aslında Lizbon´a kadar gidiyor. Eğer Lizbon´a kadar uzanmak gibi bir planınız var ise aklınızda olsun. Trenler Renfe adlı bir firma tarafından sahiplenilmiş. Fiyatlar ise Kuzey Avrupa ve İngiltere ile kıyaslandığında çok ucuz. Yaklaşık altı saatlik tren yolculuğu fiyatı kişi başı 15€. Trenlerin yeni olduğunu söyleyemem ancak koltuklar rahat ve geniş, lavabolar temiz, tren sıcak ve en güzeli bar ucuz. Tren Portekiz´e gittiği için olsa gerek, daha önce ki Setubal gezimde tanıştığım Super Bock adında, kendi dilimizde ilginç çağrışımlar yapan, bir Portekiz birası satılıyor barda. 33Ml kutularda satılan Portekiz lagerinin fiyatı 2 Euro civarı idi. Bu sebeple yolculuğun büyük bölümünü bar penceresinden Kuzey İspanyayı izleyerek geçiriyorum. Daha sonra da bir Süper Bock daha alarak koltuğuma geçip İngiltere´de pek göremediğimiz yıldızları izleyerek uykuya dalıyorum.
Son Durak
Manchester´dan Salamanca´ya yolculuk istasyonlarda ki beklemeler ile yaklaşık 19 saat sürüyor. Bu yolculuğu şimdiye kadar, bir kış bir yaz olmak üzere, iki kere yaptım ve ikisinde de yorgunluk, zorluk hissetmedim. Daha önce ki yazılarımda bahsettiğim gibi trende zaman çok hızlı geçiyor. Bir sorun ile karşılaşamazsak bu yaz aynı yolu izleyerek Lizbon´a kadar gitmeyi planlıyoruz. Şimdiden kendimi Renfe trenlerinin barında benimle İspanyolca konuşmaya çalışan insanların arasında hayal etmeye başladım.
2 yorum “İngiltere´den İspanya´ya Tren Yolculuğu”
Ya o çağrışımlı birayı geçenlerde Sainsbury’de gördüm ama bock mock diyince almadım, sadece fotoğrafını çektim 🙂 Güzel diyosan deniyim bi dahaki sefere.
Bock gibi biralari bırak, The Trooper’dan şaşma 🙂