Temmuz ayında gittiğim Hyde Park konseri, Bob Dylan ve Neil Young, hakkında bir yazı yazmaya, brendi gibi artık bir alışkanlığa dönüşmüş olan ıslak bir Manchester gecesinde, bir arkadaşın Metallica konseri hakkında ki yazısını okurken karar verdim. En nihayetinde sanırım bahsettiğim yazı sahibi de yazısına konu olan müzik grubunun attığı atacağı en uzun menzilli taşın Bob Dylan´in çok uzağına düşeceğini biliyordur.
“I believe in Science. I worry about the Climate Crisis and am deeply concerned about its massive global ramifications and my beautiful grandchildren’s future. There’s no doubt about it – it’s been a massive fuck up!”
Neil Young
Manchester´da yaşayan her Akdenizli gibi heyecan ve umutla yazın gelmesini beklediğimiz günlerin birinde, eşimle bu sene hiç konsere gitmediğimiz üzerine konuşuyorduk. Elimde brendi varmıydı hatırlamıyorum. Eşime Bob Dylan konserine gitmek istediğimi söylemiştim, iyi hatırlıyorum gelmez o buraya demişti. Ne dersiniz bilmem ama ertesi gün, Londra’nın meşhur millet bahçesi Hyde Park konseri için Bob Dylan ve Neil Young konser anonsu yapıldı. Londra’da yaşayan aile üyelerimiz İspanyol ve Yunanları ikna eder etmez biletlerimizi kelle başı 95 Pound ödeyerek aldık.
Kendime hiç bir konuda “hayran” sıfatı vermememe rağmen, ne zaman müzik dinlemek istesem çalma listemi ya Bob Dylan ya Rolling Stones ile doldururum. Onlar arka planda çalarken gereksiz günlük işlerimi yaparım. Kısaca Bob Dylan ve Neil Young gibi iki Rock’n Roll Hall of Fame üyesini aynı gün dinlemenin bende ne büyük heyecanlar yaratan bir olay olduğunu tahmin edebilirsiniz. Yine de sizi böyle küçük, gereksiz detaylar ile sıkmak yerine Hyde Park´ın tarihi dokusu ve Neil Young katılımıyla festivale dönüşen konser ortamı hakkında az biraz bilgi verip brendimle kenara çekileceğim.
Hyde Park
Sadece Hyde Park´ı anlatmaya kitap yazılır. Yüzyıllardır dünyaya yön vermiş, vermeye de devam eden bir şehrin, yüzyıllardır yerinde duran, en büyük parkıdır. Boydan boya yürürken iki tane koca göl geçersiniz. Wikiye göre 1872 yılında, henüz pek çok Avrupa ülkesinde mutlak krallıklar mevcutken, bu parkta özgür konuşma köşesi kurulmuştur. Parkta Rolling Stones, Queen, Pink Floyd gibi gruplar sahne almıştır. İşte böyle bir parkta, böyle müzisyenlerin gelip geçtiği bir ortamın beni nasıl heyecanlandırdığını sanırım tahmin edebilirsiniz.
Bizim biletler “Primary Entry” denilen gereksiz bir özelliğe sahip olduğundan öğlen iki gibi Hyde Park konser alanına girdik. Primary Entry, ufak bir fark ödeyerek konser alanına diğer biletlerden önce girmenize olanak sağlasa da, biletinizin bölgesinin en önünde olmak gibi bir amacınız yok ise gereksiz.
Konser Ortamı
Konser cuma gününe denk geldiğinden iş yerlerimizden izin almamız gerekmişti. Perşembe iş çıkışı, eve gelir, eşyaları alır ve Piccadily tren istasyonuna yavaş yavaş gideriz diye düşünüyorduk. Ancak Manchester arkamızdan su dökmek istemiş olacak ki, üç yıllık Manchester yaşantımda görmediğim bir yağmur tepemize indi. İş çıkışı kendimi en yakın puba zor attım ve Guinness eşliğinde yağmurun dinmesini ve eşimin gelip beni almasını bekledim. Her yağmur yağdığında, sanki ilk kez yağıyormuş gibi şaşıran Manchester ahalisi sağ olsun eşim trafiğe takıldı. Londra trenini ucu ucuna yakaladık
İngiltere’de ki konser, organizasyon tecrübelerime dayanarak söylemem gerekirse, böyle ortamlarda ucuz bira aramayınız. Fiyatlar anlaşmalı ve gördüğüm kadarıyla tüm içecekler aynı fiyat. Pint fiyatları 4-5 pound aralığındaydı. Ancak Emre´nin yazısında bahsettiği gibi yollara başvurarak kendi içeceklerinizi sokmayı deneyebilirsiniz. Ama benim tavsiyem bunu göstere göstere yapmamanız yönünde. Ancak Tarifa yazımda bahsettiğim Faslı kardeşlerimizin başvurduğu yöntemlere de başvurmamanızı öneririm, abartmanın alemi yok.
Öğle vakti konser alanı Hyde Park’a vardığımızda, Manchester’in aksine, hava sıcak ve güneşliydi. Hemen bizi sahne önünden ayıran bariyerin dibine piknik örtümüzü serip biralarımızı tokuşturmaya başladık. Çevrede ki insanlar da sağda solda olan biteni umursamaz bir halde kendi hallerinde içkilerini içmekteydiler.
İngiltere’de ki konser ortamlarının en sevdiğim yanı hır gür olmadan insanların huzur içinde bir arada takılabilmesidir. Sanırım bu durumu birazda yaşlı nüfusun çoğunluğuna borçlular. Daha önce ki Rolling Stones ve Billy Joel konserlerinde de gözlemlediğim kadarıyla insanlar, en ön grup hariç, hoplayıp zıplamak yerine konseri film izler gibi izlemeyi tercih ediyorlar. Hyde Park konseri de istisna değildi. Daha önce pek çok müzisyenin İngiliz halkının tepkisizliği hakkında eleştiri yaptığını duymuştum ama benim için bu bir artı.
Konser alanı daha güzel nasıl hazırlanır bilmiyorum. Sahne olsun, çevreye serpiştirilmiş büfeler olsun, her şey insanların güzel vakit geçirip, bolca para harcamaları için düşünülmüş. Tuvaletlerde temiz olmakla birlikte sayıca da yeterliydi.
Diğer ince bir ayrıntı ise ön sıralarda bulunanlar genelde ezildiklerinden olsa gerek görevlilerin ara sıra ücretsiz su dağıtımına çıkmasıydı. Konserden arda kalan çöpleri toplamak için bile bir sürü görevli konser alanındaydı. Kısaca Hyde Park konsere mükemmel hazırlanmıştı.
Neil Young ve Promise of the Real
Konser sponsoru, Birleşik Krallık´ın en büyük bankalarından biri olan Barclays bankasını “fossil funding entity” diyerek sponsorluktan çıkarttıran Neil Young, sizce Bob Dylan dışında kimin alt grubu olarak sahneye çıkmayı kabul ederdi? Konser alanında ayaküstü muhabbet ettiğim herkes Bob Dylan´i değil, Neil Young´u dinlemeye geldiklerini söylediler. Açık konuşmak gerekirse, iki, bilemedin üç şarkısıyla Neil Young müzik listelerimin müdavimi olsa da, canlı dinleyene kadar bende iki-üç şarkıdan fazla yer işgal edememişti. Tabi ki bu benim cehaletimden başka bir şey değildi.
Neil Young, yaşından beklenmeyecek şekilde, sahneye fırtına gibi girdi ve aynı şekilde devam etti. Rockin’ In The Free World, Heart of Gold gibi şarkılarının yani sıra Old Man ve Alabama gibi şarkılarını da seslendirdi. Dinleyiciyle etkileşiminin, Billy Joel ile kıyaslarsak, kötü olduğunu düşünmüştüm, ta ki Bob Dylan sahneye çıkana kadar.
Neil Young sahneyi terk ettikten sonra hem bira almak hemde, affedersiniz, lavaboya gitmek için arkadaş grubunu bıraktım. Bütün Hyde Park benimle aynı şeyi düşünmüş olacağından aşağıda ki fotoğrafta göreceğiniz ortam ile karşılaştım. Lavabo kuyruğunu sağ sağlim atlatıp erkeklere ayrılan bölüme vardığımda İngiliz ahalisi kabinlere, çevreye, hemen her yere işemekle meşguldü. İnsanların nereye sıçacağını merak eden abiye selam olsun, kimsenin üstüme işemesine müsaade etmeden, sanırım kimsenin de üstüne işemeden en kısa sürede oradan uzaklaşıp bira kuyruğuna attım kendimi.
Bob Dylan
Her ne kadar yaptığı müzik, kendi müziğine kattığı yorum, üst kattaki komşunun açtığı elektrikli süpürgenin sesiyle hemen hemen aynı olsa da, kendimi bildim bileli Bob Dylan dinlerim. Benim için Rock’n Roll tarihinin en büyüğüdür. Ancak bu arkadaş konserlerinde en meşhur şarkılarını söylemekten hoşlanmaz. Söylemeye kalksa bile sözleri, yorum şeklini baştan aşağı değiştirir, kimsenin kendisine eşlik etmesine olanak vermez. Hem bu sebepten, hem dinleyicilerle pek haşır neşir olmadığını bildiğimden pek bir şey beklemiyordum. Nasıl olsa sadece sahneye çıkıp iki duble viski içse bile mutlu olacaktım.
Bob Dylan sahneye çıkıp mıy mıy ötmeye başlamasından ancak bir dakika önce bira almayı başarabilmiş, arkadaş grubunun olduğu noktaya yürümeye çalışmaktaydım. Fark ettim ki pikniğe gelmiş gibi sağa sola serpilmiş amcalar teyzeler yerlerini itiş kakışla meşgul olan gençlere bırakıp geri çekilmişlerdi. Kısaca arkadaş grubunun olduğu ileri noktaya birileriyle kavga etmeden ilerlemenin mümkünü yoktu. Gergedan boynu kadar kuvvetli olan kollarımı da kullanmak istemediğimden daha fazla ilerlemedim. Sonuç olarak konseri benimle dinlemek isteyen arkadaş grubum benim olduğum noktaya geri çekilmek zorunda kaldı. Anlattıklarına göre önlerde itiş kakış epeyce artmıştı.
Bob Dylan´in sahneye çıkıp, en meşhur şarkılarını, stüdyo kaydı halleriyle söyleyeceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bütün Hyde Park ahalisi olarak, videoda göreceğiniz gibi, adamın en meşhur şarkılarından birisi olan, ayrıca Rolling Stone dergisinin en iyi 500 Rock’n Roll şarkıları listesinin en tepesine yerleştirdiği, Like a Rolling Stone’yi söylediğini nakarat başlayana kadar anlamadık. Daha önce internette denk geldiğimiz Shazam vs Bob Dylan deneyini de yaptık ve Shazam´ın Bob Dylan şarkılarını ayırt edemediğini teyit ettik. En nihayetinde bambaşka hallerde de olsa, Blowing in the Wind, Like a Rolling Stone, Simple Twist of Fate gibi Bob Dylan şarkılarını dinleme şerefine eriştik.
Son
Stadyum konserleri kadar olmasa da, İngiltere’de ki ilk açık alan konser tecrübem olan Hyde Park konseri huzur ve mutlulukla sona erdi. Neil Young yaşına başına rağmen Rock’n Roll yıldızı nasıl olunurun dersini vermeye devam ederken Bob Dylan halen mırıl mırıl bir şeyler anlatıyor. İkisininde konserini yakalarsanız kaçırmamanızı öneririm. Bob Dylan dinlemekten vazgeçmemenizi, ancak viski diye üretip kazık fiyattan millete sattığı bourbonu almamanızı öneririm. Bourbon içeceğinize gidin bir şişe Jameson alın. Ben mi? Yazı bittiğine göre brendimle köşeme çekilebilirim.
Umarım katıldığınız konserler güzel anılara dönüşür.
Hakkında yorum “Hyde Park Konseri: Neil Young & Bob Dylan”
Yaa biz Bob Dylan’a niye taş atalım, elini sıkar geçeriz.
Abi deriz hatta.
Senin devrin geçti artık, bak çok yorma kendini deriz.
One more cup coffee, sonra sizleri pistten alalım artık… Mekanın sahibi geldi!