Karantina dolaysıyla mart ayından bu yana eve tıkıldığımız dönemlerde bizi ayakta tutan şey, neredeyse bir sene önceden, Almeria’dan döndüğümüz zaman, yaptığımız Algarve gezisi planlarımızdı. Manchester öyle bir şehirdir ki, mevsimlerin öğretildiği dersi kaçırmıştır, yaz nedir bilmez derdik. Ta ki Boris Johnson karantina dönemini başlatana kadar. Karantinanın başlamasıyla beraber Manchester, Antalya davranışları sergilemeye başladı. Mavi gökyüzleri, güneşler, çiçekler…
Bu güzelim şehirde yaşamaya başladığım üç buçuk yıl içinde, ilk kez böylesine peş peşe sıcak, güneşli günleri karantina döneminde gördüm. Manchester’in uyuzluğuna yaşam biçimini değiştirmesi, Algarve gezisi tarihinin gelmesini dört gözle beklememize neden oldu anlayacağınız.
Ulaşım
Bunca yıldır yazdığım yazıları biraz okuduysanız, doğaya saygı duyan biri olarak, Algarve’ye uçakla gitmediğimi biliyorsunuzdur. Biz yine Londra-Paris-Hendaye-Madrid yollarını tren ile geçerek Extremadura’ya ulaştık. Extremadura’dan ise yolumuza yine kayınpederin arabasına çökerek, kara yoluyla devam ettik ve duruşlarla altı saat gibi bir yolculuktan sonra Lagos’ta bulunan otelimize ulaştık.
Algarve yaz dönemlerinin ilgi odağı olmasının da etkisiyle bakımlı, yolcuları yormayan otobanlar ile çevrelenmiş. Bu güzel otobanlara, Avrupalılar paracıklarını kolaylıkla bıraksınlar diye de iki tip ödeme sistemi yerleştirilmiş. Birincisi, eğer Lizbon otobanından Algarve’ye giriş yapıyorsanız karşınıza çıkacak olan klasik peronlu ödeme. Nakit veya kart ile ödeme imkanı mümkün ama benim tavsiyeme uyarsanız nakit ödeme yapmanızı öneririm.
Algarve otobanlarında ise ön ödemeli tuhaf bir sistem mevcut. Otoban girişlerinde belirtilen benzin istasyonlarından kart alıyorsunuz. Bu ön ödemeli kartlardan aldıktan sonra, kart üzerinde bulunan kod kısmını kazıyarak yine kart üstünde yazan telefon numarasına aracın plakası ile beraber kodu ekleyerek mesaj atıyorsunuz. Aşağıda ki fotoğrafta göreceğiniz gibi otoban üzerinde ki kameralar geçişlerinizde aracınızın fotoğrafını çekiyor ve otoban ücreti otomatikman aldığınız karttan düşüyor. Ben pek fotojenik olmamama rağmen elimden geldiğince geçişlerde gülümsemeye çalıştım. Umarım güzel çıkmışımdır.
Eğer aracınız kiralıksa, kiraladığınız aracın ön ödemeli kartı olup olmadığını sormanızı öneririm, Duyduğum kadarıyla kimi araç kiralama firmaları aracı kartla beraber kiralıyorlar. Ayrıca eğer kartınız olmadan geçiş yaptıysanız bu siteden girip ödemenizi, yalnızca Algarve için, yapabilirsiniz.
Algarve
Algarve, Portekiz’in 16 şehir barındıran en güney bölgesinin adı. Bölgenin başkenti hava alanını da içinde barındıran Faro iken diğer en meşhur turistik şehirler Albufeira, Portimao ve Lagos. Bölgenin en büyük gelir kaynağı tahmin edeceğiniz üzere turizm. Bu sebeple bölge yaz aylarında kuzey Avrupalılar ve İngilizler tarafından mevsimsel bir işgal altında.
Bölge baştan sona muazzam sahiller ile dolu. Hangi şehirde kalırsanız kalın, yakınınızda çok güzel bir sahil olacaktır. Biz, bulunmak istediğimiz sahiller Lagos ve çevresinde olduğu için Lagos’u tercih ettik. Seçimimizde Lagos’un Portimao ve Albufeira’ya kıyasla daha az turistik olması ve bahsettiğim şehirler içinde en az nüfusa sahip olan şehir olması da etken oldu. Turist olarak gidip turist görmek istemeyenlerdeniz. İyi mi?
Algarve’de turizm yanında deniz ürünleri üretimi de oldukça önemli bir gelir kalemi olduğundan restoranların büyük bölümü deniz ürünlerine yoğunlaşmış. Tecrübelerime göre Tasca do Kiko Lagos’un en iyi restoranı. Tek kötü yanı şehrin diğer ucunda, marinanın orada olması. Ayrıca ünlü bir restoran olduğundan rezervasyon yapmanızı öneririm. Aksi takdirde uzunca bir süre beklemek zorunda kalabilirsiniz. Ek olarak şehir merkezinde Dos Artistas adında meşhur bir restoran daha mevcut. Biz gitmedik. Adından da anlaşılacağı üzere adamlar artist. Fiyatlar biraz yüksek. Artislik ile kalamarın yanında kazık sokabilirler. Gitmeden menüyü incelemenizi öneririm.
Dikkatimi çektiği kadarıyla bölgenin en yaygın marketi Intermarche adında bir zincir market. Fiyatlar karşılaştırabildiğim kadarıyla uygun. Alışverişimizi genelde buradan yaptık. Şarap reyonu oldukça geniş, eğer varsa barbekü tavuk satışı da yapıyorlar ki sahilde yemek çok zevkliydi.
Güzeller güzeli ismiyle Super Bock ve Sagres Portekiz’in lokal biralarıdır. İkisi de birbirinden kötüdür. Şahsen hangisinin daha kötü olduğuna ben karar veremedim. Neyse ki artık Avrupa’nın lokal bira üreticileri de lagerin kötü bir bira olduğunu anlamaya başlamış olacaklar ki ürün yelpazelerini genişleterek IPA ve stout üretimi yapmaya başlamışlar. Bu sizi pek sevindirmesin, onlar da kötü. Portekiz biraları ne kadar kötüyse, aksine şarapları da o kadar iyi. Şahsen İngiltere’de bile mümkünse Portekiz şarapları alıyorum. Gerçekten, Douro bölgesi üzümleri başta olmak üzere, Portekiz şaraplarını denemenizi öneririm.
1. Gün: Dona Ana Plajı
Otele geldikten sonra elimizi çabuk tutarak, bavulları odaya fırlatıp yardıra yardıra otelin dibinde ki sahile koştuk. Eğer gerçekten Akdenizliyseniz, altı ay Kuzey İngiltere’de yaşadıktan sonra ilk gördüğünüz deniz suyunu içecek kıvama geliyorsunuz. Şans eseri otelin dibinde birer (ikişer) bira alabileceğimiz bir mini market vardı. Daha önceki Portekiz gezilerimizden tanıdığımız biralar olan Super Bock ve Sagres’i alarak kumsala ağalar gibi yerleştik ve Algarve gezisi, hatta tatilin kendisi benim için başlamış oldu.
Çalışmaya başladığım zamandan beri sahil kentlerinde yaşayan insanları hep kıskanmışımdır. Kendimi iş çıkışı sandaletleri giyip, havluyu omzuma atarak denize giderken hayal etmişimdir. Dona Ana plajı şehrin içinde olmasına rağmen, yosunlar hariç, oldukça temiz. Güneş hoşçakal selamı çakıp yatmaya gitmeden önce insanların yüzüne çöken gülümsemeyi bir (2) bira eşliğinde izleyerek atmosferin bir parçası olmak bir tuhaf huzur veriyor. Belki sırf bu ziyaretçilerine sunduğu anlaşılamayan atmosferden ötürü Dona Ana Portekiz’in en güzel sahillerini gösteren pek çok listede bulunuyor.
Algarve gezisi kararı verilir verilmez bu sefer gitmeden her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayarak, hangi gün hangi plaja gideceğimizi bilerek tatile başlayacağımıza söz vermiştik. Yaptığımız tek plan geziden bir ay önce Google’a Portekiz’in en iyi sahilleri yazmaktan öteye gidemedi ve Algarve’de ikinci günümüzü hangi sahilde geçireceğimize Dona Ana sonrası gittiğimiz restoranda Portekiz şarapları ile dolu olan kadehlerimizi tokuştururken karar verdik; Beliche.
2012 Eylül: Bir Karatepe Hikayesi
Yıllar önce Bozcaada’da ne sattığını anlayamadığım bir satıcı bağıra bağıra sahili turlayarak anladığım kadarıyla “karatepe, karatepe” diye bağırmaktaydı. Tabi ki karatepe ne demek bilmediğimden benim için bir anlam ifade etmemesine rağmen, Avrupa’da pek fazla rastlanmadığından olsa gerek, sokak satıcılarının sattıklarına meraklı olan eşimden ötürü dikkat kesildim arkadaşın ne sattığına. Bildiğiniz salatalığa benziyordu.
Türkiye’de yaşadığımız dönem boyunca Türk sahil yaşamına inanılmaz bir hızla adapte olan eşim ne zaman denize gitsek kaynamış mısır veya karatepe (salatalığa deniz kenarındaysak karatepe demeye başladık) istemeye başladı. En sonunda Beliche sahiline gitmeden önce market alışverişi yaparken elin Portekizlisinin salatalığına karatepe diyerek aldık.
Yüzülüp, biralar içildiğinde eşim karatepeyi yıkamamı istediğinde doğal olarak reddettim, kendisinin yıkamasını istedim. Reddetti. Neden bilmiyorum ikimizde denizde karatepe yıkamayı utanılacak bir eylem olarak gördük. İkinci birayı içtikten sonra, bir erkek olarak utanılacak şeyleri yapmakla yükümlü olduğumu düşünerek salatalığı kaptığım gibi saklayarak yıkamaya gittim. Dönüşte sahilde ki bir kadının bana bakıp güldüğünü gördüm ama önemsemedim ancak eşimde gülmekteydi. Sonradan fark ettim ki gizli gizli taşımaya çalıştığım karatepe meğerse kabak gibi meydandaymış.
Unutmayın ki bir Türk ne zaman sahile gitse karatepe yer. Denize gittiğinizde muhakkak karatepe alın. Beliche plajı lütfen kayıtlara karatepe yıkadığım sahil olarak geçsin.
2. Gün: Beliche Plajı
Beliche, Sagres’te, dünyanın batı ucunda yer alıyor ve bölgenin en meşhur kumsallarından birisi. Kum taneleri çok küçük. Eğer rüzgarlı bir güne denk gelirseniz kumsal sizi bir güzel kamçılayabilir. Kumsal üstüne kurulmuş yiyecek içecek satışı yapan bir kiosk ve şezlong kiralama imkanı olmasına rağmen ben kendi şemsiye, yiyecek ve içeceklerinizi getirmenizi öneririm. Sahilde ayrıca deniz kayağı kiralamak da mümkün.
Hem biraz sıkıldığımızdan hem de kayak kullanmayalı uzun zaman olduğundan saatliğine 15 Euro ödeyerek birini aldık sahilin uç noktasında ki kayalıklara gitmek için. Kayağı kiralamadan önce daha önce kullanıp kullanmadığınız, yüzme bilip bilmediğiniz soruluyor ayrıca can yeleği takmak zorunlu. Biz kendimize güvenle herhalde cevabını yapıştırdık sorulan sorulara can yeleğini giyerken. Kürekleri aldığımızda nasıl kullanılacağını göstermemiz istendi. Kürekleri hem ters tutup hem birbirimizle alakasız sallayınca çocukcağız hayır hayır diyerek doğrusunu gösterdi. Tam kanoya doğru yürürken arkamdan İspanyolca bağırmaya başladılar bu defa. Ne yazık ki İspanyolcam halen bira siparişi vermekten öteye gidemediğinden anlamadım ve eşime seslendim. Meğerse kürekleri yanlış salladığımız gibi, can yeleklerini de ters giymişiz.
Bunca olay sonrası kanosunu bir daha görüp göremeyeceğini düşünen çocuğun bakışlarına aldırmadan okyanusa daldık. Sahilin uç noktalarında bulunan sarp kayalıklar kano ile girebileceğiniz mini mağaralara sahip. Bir tanesine girdik ancak sonradan kayaların pek sağlam durmadığını fark edince uzaktan bakmakla yetindik diğerlerine. Dönüşte ise birden gelen okyanus dalgasını yandan yiyen kanomuzla beraber takla atmak suretiyle alabora olduk. Kanoyu geri verdiğimizde görevli çocuk takla atanların biz olup olmadığımızı sordu.
Haritadan Sagres’in konumuna baktıktan sonra muhtemelen aklınızda suyun sıcaklığı ile ilgili bir takım endişeler oluşabilir. Bozcaada’yı bildiniz mi? Aynısının girince alışılamayanı.
3. Gün: Benagil
Benagil, yalnızca bölgenin değil, dünyanın en ikonik sahillerinden birisi. Sahip olduğu ünü de hemen dibinde bulunan muazzam mağaraya borçlu. Bu kumsal cidden Algarve gezisi yaptığınızda görmeniz gereken bir yerden ziyade, görmek için Algarve gezisi yapmanız gereken bir yer.
Sahil, Algarve’ye özgün altın sarısı sarp kayalıklarla çevrelenmiş. Özellikle akşam güneşi vurup, sarımsı renkleri turuncuya çalmaya başladığında insana tarifsiz bir huzur veren bu kayalıklar aynı zamanda rüzgarı da kesiyorlar. Su ise Atlantik’ten beklenmeyecek kadar yüzmeye elverişli. Bana en ilginç gelen nokta ise kıyıdan üç kulaç ötesi düz olmasına rağmen, kıyıyı boyları bir buçuk metreyi bulan dalgaların dövüyor olmasıydı. Ne yaşımdan, ne insanlardan utanmadım ve dalgalarla saatlerce, gözlerim kan çanağına dönene kadar boğuştum. Okyanus dalgaları öyle güçlü ki boyum on metre olmasına rağmen bana taklalar attırdılar.
Kumsal küçük olduğu için insanlarla olan mesafeniz pek fazla olmayabilir. Daha önce söylediğim gibi kendi şemsiyenizi ve yiyecek içeceklerinizi götürmeniz faydanıza olur. Sahilin girişinde fiyatları uygun bir kafeterya var.
2011 Ağustos Antalya’da bir Mağara Hikayesi
2011 yılında eşimle henüz evlenmemişken beni görmeye Türkiye’ye gelmişti. Buluşma yeri olarak Antalya’yı seçmiştik. Antalyalılar muhakkak bileceklerdir ki, bölge onlarca güzelliği dillere destan koyla süslenmiştir. O güzelim koylardan birisi, içinde mağarası bulunan Mağaralı Koydur. Sırt çantalarımızla geldiğimiz koyda yüzmeye başladığımızda gözlerimizi bize bakan mağaraya dikmiştik bile. Sahile taş çatlasın 30 metre uzakta olan mağara, rahat rahat yüzerek gidilecek gibiydi.
Eşime mağaraya kadar yüzüp yüzemeyeceğini sorduğumda keskin sert bir dille kendisinin Extremadura’nın doğal havuzlarında cankurtaranlık yaptığını, küçük yaştan beri yüzdüğünü, sahilden mağaraya kadar yüzmenin kendisi için çocuk oyuncağı olduğunu söylemişti. Ben de kendisine, kendimi bildim bileli denizde olduğumu, zıpkıncılığımı, Ege’nin sularının bensiz eksik kaldığını anlattım Poseidon gülümsemesiyle.
Plana göre sırt üstü suya uzanıp sırt çantalarımızı ellerimizle suyun üstünde tutarak mağaraya kadar yavaş yavaş, kolaylıkla sırt üstü yüzecektik. Belimize kadar açıldıktan sonra eşime dönüp “See you in the cave baby” dedikten sonra sırt üstü uzandım ellerimde sırt çantam ile. Yüzme konusunda iyi olmamıza rağmen fizik kurallarını hesaplamadan yaptığımız plan istediğimiz gibi gitmedi haliyle ve otuz santim bile yüzemeden ikimizde sulara gömüldük. Sahilde ki insanların ne yaptığımızı anlamaya çalışan tuhaf bakışlarına aldırış etmeden çantaları kıyıya bırakarak mağaraya yüzerek gittik.
Benagil Mağarası
Benagil’in meşhur mağarasına ulaşım genelde botlar ile sağlanıyor. Bizden bir-iki hafta önce mağarayı ziyaret eden eşimin kardeşi 15 Euro ödeyerek mağaraya ulaştığını söylemesine rağmen, biz sorduğumuzda 50 Euro gibi bir fiyat ile karşılaştık. O paraya öküz alırız diyerek ne yapacağımızı düşünmek üzere sahile geri döndüğümüzde yanımızda oturan İspanyol çifte mağaraya gidip gitmediklerini sorduk. Mağaraya yanlarında getirdikleri su yatağı ile gittiklerini ve istersek alabileceğimizi, patlarsa da çöpe atabileceğimizi söylediler. Çekine çekine kendilerine iki bira ikram ederek su yatağını aldık.
Su yatağı, sarı rengi ile, bir milyoncularda satılan kullan at yataklardan farksızdı. Bununla nasıl mağaraya kadar gideceğimizi düşünürken ister istemez eşimle göz göze geldik. İkimizin de hayalinde haliyle Antalya canlanmıştı. Yıllar sonra bir kez daha “See you in the cave” diyerek dalgalara su yatağıyla daldık.
Sandığımızdan daha kolay bir şekilde mağaraya on beş dakikada yavaş yavaş yüzerek ulaştık. Mağaraya, pek çok kişi yüzerek gitmesine rağmen, bizim gibi yüzerek gitmenizi önermiyorum. Bizim gittiğimiz gün okyanus elverişliydi. Ancak kafaya yüzerek gitmeyi koyduysanız en azından bir milyonculardan sizi havada tutacak kullan at bir deniz yatağı almanızı öneririm.
Mağara hakkında ise söyleyecek hiç bir şey yok. Hayatım boyunca gördüğüm en ilginç yerlerden birisiydi. Ayrıca en huzur verici yerdi belki de. Bir saate yakın süre geçirdiğimiz mağaradan uzanıp gökyüzünü izledik, okyanusu dinledik, muhtemelen hippilerin dizdiği taşların çevresinde zıpladık. Mağaraya yüzerek gidecekseniz su geçirmez bir çanta almanızı, yanınızda mümkünse şarap, değilse bira götürmenizi öneririm.
4. Gün: Camilo ve Canavial Plajları
Bölgenin bir diğer meşhur plajı da Lagos sınırları içeresinde bulunan Camilo. Diğer plajlar ile benzer özelliklere sahip olan sahil, ne yazık ki çok küçük. Sahilin hem meşhur hem küçük olmasından ötürü tahmin edebileceğiniz üzere erken gidilmeyi gerektiriyor. Şunu da belirteyim ki erken gitseniz bile hemen dibinize başka birisi gelip yerleşebilir. Ek olarak sahil küçük olduğu gibi, park alanı da küçük.
Okyanus kıyıyı bir güzel dövüyor. Dalga boyu beklemeyeceğiniz kadar yüksek ve su hemen derinleşiyor. Ben yarım saat kadar dalgalar tarafından tokatlandıktan sonra çantaları koyacak yer bile bulamayınca ve eşimin dalgalarla arası pek olmadığından üzülerek plajdan ayrılmak zorunda kaldık.
Camilo’yu buruk bir şekilde terk etmek zorunda kalınca nereye gideceğimizi bilmeden arabaya atladık. Google maps’ten en yüksek puanlı en yakın plaja gitmek için yola çıktık. Canavial, aslına bakarsanız çevrede oldukça adı bilinen, bakir bir plajmış. Anladığımız kadarıyla çevre sakinleri plaja çökmeye çalışmışlar ve sahile gidiş yolunu bir güzel saklamışlar. Ancak insanları izleyerek eski bir patika yol ile kayalıklardan aşağı kolaylıkla inebiliyorsunuz.
Plaj tam anlamıyla bakir. Kum, okyanus dışında hiç bir şey yok. Hem sapa oluşu, hem pek reklamının yapılmamasından ötürü çok kalabalık değil. Algarve gezisi içinde en hoş vakit geçirdiğim plaj burasıydı Benagil’i takiben.
5. Gün: Estudiantes ve Algarve’den Gitmek
Son günümüzde sabah kalkınca Lagos’un merkezinde bulunan bir diğer ünlü sahil olan Estudiantes’e gittik. Şehir içinde böyle bir sahile sahip olmak cidden büyük lüks. Estudiantes diğer Algarve sahilleriyle benzer özellikler gösteriyor. Sarp, sarı sıcak kayalıklar, kıyıyı döven okyanus dalgaları, rahat insanlar… Sahilde ayrıca Romalılardan kalma bir kemer de var.
Otele geri dönüp çıkışımızı yaptıktan sonra bir bira alıp otelin dibinde ki, başladığımız gün gittiğimiz Dona Ana plajına gittik. Benim de çok sevdiğim eşimin teyzesi Consuelo, ayrıca Instagram’da paylaştığım Leona’nın da sahibesidir, koca karı ilaçlarına merak salması sonucu tanıdıklarından deniz suyu istemeye başlamıştı. Bizden de beş litrelik bir su şişesini, boyu geçen bir yerden doldurmamızı rica etmişti. Karatepe yıkamak gibi bu görevi de ben üstlendim haliyle.
Defalarca söylediğim gibi, ben gezgin değilim. Yeni bir yere gittiğim zaman kendime sorduğum ilk soru gittiğim yerde yaşamak isteyip istemeyeceğimdir. Algarve, insanlarının rahatlığı, sahillerini sarmalayan ve gün boyunca renk değiştiren sarp kayalıkları, inanılmaz şarapları ile ileride İspanya’ya yerleşme hayalleri kuran benim aklımı çeldi. Bir gün yeniden gelebilmek umuduyla arabayla Extremadura’nın yolunu tuttuk.
P.S: Karatepe’nin ne olduğunu biliyorsanız lütfen bana da söyleyin.